Latest News
Everything thats going on at Enfold is collected here
Hey there! We are Enfold and we make really beautiful and amazing stuff.
This can be used to describe what you do, how you do it, & who you do it for.
AGOS- Otizmli Öğrencilerin Okullara Kabul Sorunu Sürüyor
Haberler, RöportajlarYeni eğitim yılı otizmli çocuklar için ciddi sorunlarla başladı. Türkiye Otizm Meclisi, yaşanan sorunlarla ilgili açıklama yaparken kurumlara ve topluma da çağrıda bulundu. Özel Çocuklar Eğitim ve Dayanışma Derneği (ÖÇED) Başkanı Parin Yakupyan, yaşanan sorunları ve çözüm yollarını anlattı.
HABER: İŞHAN ERDİNÇ
Yüz yüze eğitimin ilk haftasının geride kalmasına rağmen sorunlar devam ediyor. Öğrenciler okullarında eğitimlerine kaldıkları yerden devam ederken, özel gereksinimli çocuklar ile ilgili sorunlar meydana gelmeye başladı.
Türkiye Otizm Meclisi, geçtiğimiz hafta yaptığı yazılı açıklamada, özel gereksinimli çocuklarla ilgili sıkıntıların devam ettiğini belirtti. Meclis, sorunları şu şekilde sıraladı:
Okul kabulünde sorunlar ve ayrımcılık.
Türkiye Otizm Meclisi, açıklamasında, sorunların çözülmesine ilişkin işbirliği çağrısı yaparken, “Bugün maalesef ülkemizde otizmli çocuklar okullara kabul sorunları ve ayrımcılıklar, kaynaştırma eğitimine yönlendirmelerde ciddi zorluklar, okul ve sınıf içindeki ihtiyaçları açısından büyük eksikler ve giderek azalan örgün eğitimdeki otizmli öğrenci sayılarından da görüleceği üzere büyük bir eğitim sorunu ile baş başadır. Bizler bu anlamda bize düşecek her türlü görevi yapmaya hazırız. Ülkemizde otizmli çocuklar adına yaşanan hak ihlallerinin son bulmasını talep ediyoruz” denildi.
Parin Yakupyan: ‘Yasal dayanak yok’
Özel Çocuklar Eğitim ve Dayanışma Derneği (ÖÇED) Başkanı Parin Yakupyan, 6 Eylül Pazartesi günü başlayan yüz yüze eğitimde otizmli çocukların yaşadıkları sorunlara ilişkin Agos’a konuştu.
Okulların özel gereksinimli çocukları kabul etmediğine ilişkin çok sayıda velinin kendilerine başvurduğunu söyleyen Yakupyan, okulların özel gereksinimli çocukları kabul etmeme gibi bir yasal hakları olmadığının altını çizdi ve şunları söyledi:
“Okulların kabul etmemek için yasal bir dayanakları yok. Fakat kimi okul popülaritesinin düşme korkusundan, kimi okul oluşabilecek bir veli baskısından, kimi okul çocukların öz bakım becerilerinin yetersizliğinden, kimi okul özel gereksinimli bireylerin davranışlarına nasıl müdahale edeceklerini bilmediklerinden, kimi okul ‘uğraşmak istememekten’ dolayı çocuklarımızı ve velilerimizi kabul etmekte zorluk çıkarıyor. Temelde yatan düşüncelerini velilerimize direk iletemeseler de farklı okul tavsiyesi, sınıflarında kaynaştırma öğrencisi kontenjanının dolmasını, çocuğun sınıfa uygun olmadığını, çocuğun sınıfta zorlanabileceğini gibi nedenleri öne sürüyorlar.”
Gölge öğretmen sorunu
Pandemi süresince öğrenciler, eğitimlerinin büyük bir çoğunluğunu EBA sistemi üzerinden sürdürdü. Uzun bir aradan sonra başlayan yüz yüze eğitime öğrencilerin uyum sağlayabilmesi yönünde uzmanlar çeşitli önerilerde bulunuyor. Parin Yakupyan’a göre özel gereksinimli çocuklar da adaptasyon sorunu yaşıyor. Çocukların kolaylıkla yüz yüze eğitime adapte olacağını belirten Yakupyan, ailelere, çocuklarını götürdükleri eğitim merkezlerindeki uzmanlardan destek alınması tavsiyesinde bulundu.
Özel gereksinimli çocuklar, okullarda kaynaştırma eğitimleri alıyor. Kaynaştırma öğrencilerinin eğitimlerinde gölge öğretmenlerinin (kolaylaştırıcı) payları oldukça büyük. Eğitim Reformu Girişimi’nden Umay Aktaş Salman’ın ‘Uzun Hikâye | Beni Kabul Edecek Bir Okul Bulabilecek Miyiz?’ başlıklı yazısında Millî Eğitim Bakanlığı’nın özel eğitim hizmetlerinden yararlanan çocuk sayısına ilişkin veriler yer alıyor. MEB’in 2019-2020 eğitim-öğretim yılı verilerine göre özel eğitim hizmetlerinden yararlanan çocuk sayısı 425 bin 774. Ancak kızlar ve oğlanlar arasında büyük bir fark var. Özel eğitim alan çocukların 269 bin 897’si oğlan, 155 bin 877’si kız.
Türkiye’de özel eğitim alanında ciddi bir öğretmen açığı da var. Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre Türkiye’de 35 bin 250 rehber öğretmen, 19 bin 124 özel eğitim öğretmeni bulunuyor. Salman’ın araştırmasına göre; 20 bin 103 özel eğitim öğretmenine ve 6 bin 696 rehber öğretmene daha ihtiyaç var. İdeal olan okullarda 250 öğrenciye bir rehber öğretmen düşmesi ama bin öğrenciye bir rehber öğretmen düşen okullar bile var. Öte yandan özel eğitim öğretmeni ihtiyacı ise uzun yıllardır ücretli ve sertifika alan öğretmenlerle kapatılıyor.
Parin Yakupyan ise gölge öğretmenin okul idarecileri tarafından çoğu kez reddedildiğini söylüyor. Yakupyan, gölge öğretmenliğin topluma aktarılması gerektiğine dikkat çekiyor şöyle konuşuyor:
“Birçok okul bünyesinde böyle bir kişinin varlığını kabul etmek istemiyor. ‘İnsan, bilmediğinin düşmanıdır’ derler. Ne gariptir ki insanlar bilmeye de çalışılmıyor. Oluşan bu kısır döngüde olan çocuklarımıza ve ailelerimize oluyor.”
Otizm dünyanın sonu değil
Pandemiyle birlikte otizm spektrum bozukluklarında artış başladı. ÖÇED Başkanı Yakupyan, sayının artışına yapılabilecek bir şey olmadığını söylerken, ailelerin bu konuda neler yapması gerektiği konusunda ise şunları söylüyor:
“Ailelerin çocukları küçükken 0-3 yaş arası ekran tamamen kesilmeli ve her anları dakikaları iletişim ile dolmalı çocukların. Ekran otizme yol açmaz ama uyaran eksikliği semptomları artırır. Ailelerimiz için öncelik erken tanı olmalı. Şüphelendikleri zaman muhakkak bir uzmana başvursunlar. Özel eğitimde erken tanının önemi çok büyük. Son dönemlerde aile hekimlerinin tanılamada büyük rolü var mesela. Gidilen kontrollerde aile hekiminin dikkatini çeken durumlarda bilgilendirme ve yönlendirme yapılıyor. Yeni tanı alan, şüphe eden ailelerimiz otizm kelimesine ve özel eğitim kavramına karşı bir ön yargı içerisinde oluyorlar. Otizm demek dünyanın sonu demek değil. Özel eğitime gitmek de çocuğunuzu hayattan ya da akranlarından koparacak bir unsur değil. Erken yaşta fark edilen tanılara, yoğun ve multidisipliner bir eğitim de eklenince bireyin hayatına birçok yönden olumlu katkılar oluyor. Her aile imkânı ölçüsünde, belki desteklerle yoğun eğitim almaya çalışsın. Bunun faydasını gelecek için mutlaka göreceklerdir. Gittikleri kurumlarda edindikleri bilgileri mutlaka yaşamlarında uygulasınlar. Bu süreç tek başına merkezlerin yürütebileceği değil, aile katkısı ile maksimum fayda görülecek bir süreçtir. Çocuklarının sosyalleşmesi adına gereken tüm adımları atsınlar. Mutlaka bir sivil toplum kuruluşuna dahil olsunlar. Geleceği şekillendirmek adına bu kuvvetli birlikteliğe çocuklarımızın, ailelerimizin ihtiyacı var. Belki de en geri kaldığımız konu bu olsa gerek. Belki insanlarımızda ‘nasıl olsa yapan var’ düşüncesi hakimdir. Hakların kazanılması ve korunması anlamında güçlü sivil toplum kuruluşlarına ihtiyacımız olduğu gerçeğini unutmayalım. Bugün kazanılan haklar dün mücadele eden ailelerimizin eseridir. Yarını şekillendirecek olanlar da bizleriz.”
OTİZMDE 20. YILA DOĞRU…
YazılarEğer 20 yıl öncesindeki halime bir mektup yazma şansım olsa, sadece tek kelime yazardım. Bugün de kendime sık sık söylediğim bir sözü söylerdim “vazgeçme”. Otizmle tanışınca bu kelime ilkeniz oluyor zaten. Ben vazgeçmedim, çabaladım.
Garen otizm tanısını alalı seneye 20 yıl olacak değil mi?
Evet, yaklaşık 20 yıl olacak otizm ile tanışalı.
Yıllar önceki kendinize bir mektup yazma şansınız olsa ne derdiniz ona?
Her dönemin, kendi imkân ve şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Hayat geçmişten ders çıkarıp, geleceğe bakmaktır. Eğer 20 yıl öncesindeki halime bir mektup yazma şansım olsa, sadece tek kelime yazardım. Bugün de kendime sık sık söylediğim bir sözü söylerdim “ “vazgeçme”. Otizmle tanışınca bu kelime ilkeniz oluyor zaten. Ben vazgeçmedim, çabaladım. Ancak tabi ki keşkelerim de var. Yaşamadan bilemeyeceğimiz şeyler var.
Otizm yolculuğunuzun en zorlu kısmı hangisiydi?
Her hikâyenin en zorlu kısmı her zaman giriş oluyor. Bilmediğiniz bir kavram ve olguyla ilk kez tanışıyorsunuz. Hikâyenin baş aktörü evladınız ve konudan bihaber olan siz… Şok, inkar, arayış… Hepsi girişteki tanışma evresinde. O evreyi atlatınca adım atmaya, yürümeye, ilerlemeye başlıyorsunuz. Takılıp kalırsanız, zaman size inat akıp geçiyor. Başlangıç evresindeki psikolojiniz ve aldığınız destek çok önemli. İkinci zor kısım, ilköğretime başlangıç zamanı. Toplumla ve stigmayla ilk tanışma zamanı. Üçüncü zor dönem ergenlik. Cidden büyük travmmaydı. Çocuk o dönemde tamamen değişti. Oldu dediklerimin olmadığını fark ettim.Dördüncü dönem otizmin hep bizimle yaşayacağını, geçmeyeceğini fark ettiğim dönem. Kaygılar ve gelecek korkuları tavan yaptı. Bu çocuk bensiz/bizsiz ne olacak? Bir meslek seçimi yapılması ve ona bir yol çizilmesi gerekiyordu. Bu dönem hala devam etmekte. Ama Otidukkan ona da bize de iyi geldi.
İnsanlar genellikle sizi otizmli birey annesi olarak biliyor ama aslında siz ikiz erkek çocuğu annesisiniz. Bu yolculuğun en başına dönersek, ikiz annesi olmak nasıldı?
Aslında bu durumun vurgusunu kendimce hep yapmaya çalışıyorum. Garen hayatımda ne kadar yer kaplıyorsa, Sayat da o kadar yer kaplıyor. İkisi ile de eşit ilgilenmeye gayret ediyorum. Kendimi tanımlarken de ikiz annesi olarak tanımlıyorum. Otizmi ön plana çıkararak ikizinin arka planda kalmasını, kendini öyle hissetmesini asla istemem. İçinde bulunduğum alan sebebi ve otizm ile mücadelemizden ötürü, insanlar otizm yönünü daha çok biliyorlar.
İlk annelik deneyimini iki çocuk ile birlikte yaşamak tabi ki ayrı bir heyecan ve efor süreci. Hayaller bir iken iki oluyor, bakımları da aynı şekilde. Ve şunu çok net söyleyebilirim ki Sayat bana hayattaki en büyük derdin “otizm” olmadığını çok net öğretti. Ve hayattaki en zor sınavın evlatla verilen olduğunu da.
Nasıl bir hamilelik geçirmiştiniz?
Standart bir hamilelik geçirdim. Herhangi bir olumsuzluk yaşamadım. Tüm belirtiler ve hamilelik sürecim normaldi. Her anne adayı gibi heyecanlı, bol hayalli bir hamilelikti. 36 haftalık doğum yaptım, kuvöz sürecimiz olmadı.
Ne kadar süre sonra işe dönmüştünüz?
Altı ay sonra işime döndüm.
Şimdi olsa asla yapmam diyeceğiniz şeyler var mı o döneme dair?
Çocuğu büyüyen, çocuğu otizm tanılı olan çalışan anneler gibi “çalışmazdım, işi bırakabilirdim” diyebilirim. Adı üzerinde “o dönem” 20 yıl öncesi. Bilginin ve eğitimin bu kadar yaygın olmadığı bir dönem. İmkanların dar olduğu dönem. Bir şeylere ulaşmanın kolay olmadığı dönem. Eminim ki her anne de elinde bulunan şartlar dahilinde, içinde bulunduğu dönemde elinden gelen her şeyi yapmıştır, yapıyordur ve yapacaktır.
“Otizmin neresindeyiz diye sorunca “Başındayız” demekten başka bir şey gelmiyor dilimden…” yazmıştınız eski bir yazınızda. Bugün bu soruyu tekrar sorsam?
O gün bu cümleyi kendim için kullanmamıştım. Otizm deyince sadece Garen ve benden ibaret değil ki. Yüzbinlerce çocuğumuz ve ailemiz var. Biz büyük bir aileyiz. Bulunduğum konum itibariyle sürekli haberler geliyor. Ülkemizde otizmle mücadele konusunda hala yolun “başındayız” derim. Ne yazık ki hala çocuklarımız ve ailelerimiz için hakkettiğimiz, haklara kavuşabilmiş değiliz. Başındayız çünkü hiçbir ailemiz zihnindeki “Benden sonra ne olacak?” sorusunun somut karşılığını kurumsal ve toplumsal yapıda görebilmiş değil. Ötesini söylemek Polyannacılığa girer sanırım.
Otizmle ilgili hala doğru bilenen yanlışlar çok. Mesela tüm otizmlilerin üstün becerileri olduğu…
Biri bana her geldiğinde “Bu çocukların üstün özellikleri de var değil mi?” diye sorduğunda hep aynı cevabı veriyorum. Hayır, her çocuğun öyle bir üstün özelliği yok. O yüzden medyada daha çok üstün özelliği olan çocuklara yer verilmesi hoş değil. Evet, üstün özellikleri olan çocuklara da yer verilebilir ama demir parmaklıklar arkasındakine de yer verilmeli. Otizmin kaygıları, kaosları, düşünce zorluklarına da yer verilmeli. Otizmli ailelerin yaşadığı okula kayıt yaptıramamak, toplumda var olamamak, apartmanlar, kefelerden kovulmaya da yer verilmeli. Tipik gelişenlerin hepsi nasıl ki aynı zeka seviyesine sahip değil ise otizmlilerin de hepsi aynı zeka seviyesine sahip değil. Ayrıca farklı kişilik özelliklerine de sahipler. Ama hepsinin en büyük ortak özellikleri iletişimde sorun yaşamaları ve dışlanmaları. Şunu unutmamak gerekiyor ne kadar çok otizmli varsa o kadar çok otizm çeşidi var.
Siz hep güler yüzlü olduğunuz için hiç sorun yaşamadığınız bir hayatınız varmış sanılabilir dışarıdan. Ağlamalar, öfke krizleri, tutturmalar hiç yaşanmadı mı Garen ile?
Otizm olur da takıntı, ağlamalar, öfke nöbetleri olmaz mı? Tabi ki yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz şiddeti değişmiş şekilde. Ama insanların umuda da ihtiyacı var. Atılan adımları görmeye ihtiyacı var. Aşılan engelleri görmeye ihtiyacı var. İnsanların başlamak için bir enerjiye, tutunacak bir dala ihtiyaçları oluyor. Herkesin otizmle yüzyıllardır olan bir tanışıklığı yok ki. Ailelere otizmle yaşanabileceğini, nasıl yaşanabileceğini aktarmaya gayret ediyorum. Çünkü nefes alıyorsak her zaman umut var demektir. Otizmle, hayatla mücadele ederek bir yerlere geliyorsunuz. İki yönünden de bahsetmeye gayret ediyorum. Olumsuzu ön planda tutmamaya gayret ediyorum sadece. Belki bu biraz da kişilik yapımdan kaynaklanıyordur. Olumlu olanı genel anlamda hayatımda da ön planda tutmaya çalışırım. Zihin olumsuza takılırsa, kendini bir süre işlevsiz bırakır ya da çalışma kapasitesini düşürür. Otizmle tanışınca insan zihnini iki kişi için kullanıyor. O zihinler bize lazımsa çalışmalarına ihtiyacımız var.
#Garennce hashtag’i çok güzel paylaşımlarınız var sosyal medyada. Bu paylaşımlara nasıl karar verdiniz?
Ben zaman zaman Garen’e çok gülüyorum. Evet, çok üzdüğü zamanlar da oluyor ama çok eğlendiğimiz zamanlar da var. O neşeyi, o gülümsemeyi paylaşmak istedim. İnsanlar otizmin gülen tarafını da görsün istedim. Hayatlarımız sadece mutsuzluktan ibaret değil. Bunun yanında çok komik şeyler de yaşıyoruz. Çok ağır otizmli çocuklarımızın hayatları bazen gerçekten çok zorlayıcı olabiliyor ama otizm tanılı çocukların hiçbiri diğeri ile aynı değildir. Paylaşımlarımdaki amaçlarımdan biri de otizmin masum tarafını aktarmak. İnsanoğlunun unuttuğu o masumluk olgusunu otizmlilerin ne kadar art niyetsiz, çıkarsız söylemleri olduğunu gösterebilmek. Bizim unuttuğumuz insanlığın çocuklarımızda devam ettiğini hatırlatmak. Aslında üzerine çok da düşünerek başlamadı bu paylaşımlar. “Bunu şöyle yapayım” diye planlamadım ama bütün bunlara hizmet etti. Ayrıca zaman içinde benim de unuttuğum olaylar olabiliyor, o yüzden bir yerde bana da anı olarak kalsın istedim. Ben de oraya girip okuduğumda, tekrar hatırladığımda gülümseyeyim istedim.
Sosyal medyadan size ulaşan pek çok aile oluyor. Onlardan nasıl mesajlar geliyor?
İnsanlara faydalı olabiliyorsam, birilerine dokunabiliyorsam, mutlu oluyorum. Gelen mesajlarda da sağ olsunlar bana böyle olduğunu hissettiriyorlar. Ben olumlu ortamlarda olmayı seviyorum. Olumsuz ortamlarda olmayı sevmiyorum. O yüzden kavga olan grupları içerisinde de yokum. Olmama sebebim de böyle ortamlarda enerjimin inanılmaz bir şekilde aşağıya çekilmesi. Bazı gruplarda hep olumsuzluklar konuşuluyor. Ben olumlu şeylerin de, iyi örneklerin de paylaşılmasını istiyorum.
İyi örneklerden kasıt tam olarak nedir?
Hep bir şeyleri şikayet ediyoruz. Ama bir yerlerden memnunsak o memnuniyetimizi çok belirtmiyoruz. Biriyle birlikteyseniz onu zaten seviyorsunuzdur, bunu sözle belirtmeye gerek yok gibi bir algımız var mesela. Ama bazen o sözü duymak da bir ihtiyaç. O yüzden sadece olumsuz geri bildirimlerin değil, olumlu geri bildirimlerin de çok önemli olduğuna inanıyorum.
Tekrar Garen’e dönersek… Liseden sonra Garen’in şu anki şartlarda bağımsız iş bulma şansı var mıydı?
Garen liseden sonra üniversiteye gitmek istemedi. Kişilik yapısı olarak da iş dünyasından ziyade tatil dünyasına meraklı. Bir gün çalışıp 364 gün 6 saat tatil yapabilecek bir kapasitede.
Ülkemizde özel gereksinimli bireylerin iş dünyasına kazandırılması konusunda bazı yasal düzenlemeler var. Fakat yeterli değil. Garen iş bulur muydu, zorlamayla bulurdu. Ama ‘mutlu olur muydu?’ derseniz pek mutlu olacağını düşünmüyorum. Bence özel gereksinimli bireylerimizi de yetenekleri doğrultusunda iş dünyasına dahil etmeliyiz. Uzunca yıllar yapacakları bir eylemi mutlu olarak gerçekleştirmeleri, onların iç dünyalarına ve sosyal hayatlarına da yansıyacaktır.
İş sadece ekonomik olarak değil sosyal olarak nasıl bir
ihtiyaç?
İşte çalışmak özgüveni güçlendiren bir eylem. Kendi ayaklarınızın üzerinde durabileceğinizi gösterir. Tüketicilikten, üreticiliğe geçişin göstergesidir aynı zamanda. Sosyal olarak size bir konum sağlar. Toplumsal becerilerinizi geliştirir, sosyal ilişkilerinizi kuvvetlendirir. Öğrendiklerinizi genellemenizi, uygulamanızı sağlar. Bağımlılığınızı azaltır. Hayatınızı düzene sokar. İş önemli bir kavram. “Ben de varım” demenin etkili yollarından biridir. Aldıkları eğitimi taçlandırmanın yoludur. Toplumsal bakış açısını değiştirmenin anahtarıdır. Toplumun bir kesiminde maalesef “yük” olarak görülen bir grubun, ön yargılarını zerrelere ayırabileceği bir güçtür iş…
Garen’in aktif olarak işlettiği bir Otidükkan var. Biraz da Otidükkan’dan bahseder misiniz bize?
Garen liseyi bitirip, üniversiteye gitmemeye karar verdi. Eğitim hayatı bitti ama normal hayatı devam ediyordu. Lisede grafik tasarım bölümünü okumuştu. Bu konuda bilgi ve tecrübesi vardı.
Bizim Garen’i oturtmaya değil, çalıştırmaya niyetimiz vardı. Onunda çalışmaktan mutlu olacağı bir iş üzerine yoğunlaştık ve Otidükkan böylece ortaya çıkmış oldu. Garen kendi işinin patronu olmaktan çok mutlu. Üretmekten, kazanmaktan çok zevk alıyor. Kişiye özel tasarımlar üzerine yoğunlaşıyor genellikle. Kişileri araştırmayı normalde de seviyor. Bunu da yaptığı işe dahil etmiş oldu. Ondan ürün alanlar da farklı bir bakış açısından kendilerini anlatan bir ürün almış oluyorlar. Genele hitap edecek, kendi iç dünyasını yansıtan şablonlarda oluşturuyor. Bunlar da insanlar tarafından çok beğeniliyor. Belki şu an hayatını idame ettirecek kadar bir gelir kazanmıyor ama hayata karşı bir başarı elde etmiş oldu. Elbette destekle yürüyor Otidukkan ama Garen’e hem bir amaç hem de oyalanma sağlıyor. Aslında daha büyütmeyi ve kurumsallaştırmayı düşünüyorum ama şuan o enerjim yok. Ama onu da başaracağız inşallah
TOPLUMSAL BAKIŞ AÇIMIZ DEĞİŞMELİ
YazılarÖzel gereksinimli çocuklarımızı ayrıştırıp, uzaklaştırıp, görmezden gelmek yerine elinden tutarak, sınıfımızda bir sıra ayırarak, oyunumuza alarak, onları bakışlarımızla ezmeyerek birlikte yaşayabiliriz. ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı Parin Yakupyan yazdı…
Yine yeni bir sayı ve yine çözmek için azami çaba sarf ettiğimiz , “Burası da düzelmeli” dediğimiz bir husustan bahsetmek istiyorum sizlere.
Cern’de büyük patlama teorisi deneyi yapılırken, Nasa Mars’a türlü türlü araç gönderirken, çeşitli ülkeler eğitimde açık ara fark atmışken, biz hala otizmli bireyleri bir eğitim kurumunun kapısından içeri sokabilmenin, dünyanın birçok yerinde tanıdaşları yoğun eğitim ile yoğrulurken, “Biz acaba bu sekiz saati on yapabilir miyiz?” in mücadelesindeyiz.
Aslında bir toplumun özel gereksinimli bireye verdiği önem, sahada gerçekleşen uygulamalarına bakılarak görülebilir. Bir devletin yazılı kuralları mükemmele yakın olabilir fakat uygulama ve denetim mekanizması kişisel inisiyatiflere bırakıldığında o zaman insanların bakış açısı daha net görülebilmektedir. Görme engelli bireyler için belediyelerin yollara yapmış olduğu kılavuz taşlarına bakarsanız, demek istediğim daha net şekilde anlaşılacaktır. Bize toplumsal olarak sorduklarında özel gereksinimli bireyler için bir şeyler yapmak istediğimizi belirtiyoruz fakat iş uygulamaya geldiğinde, uygulamanın sözel ifadelerimizden ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.
Özel gereksinimli birey dediğimizde geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. Bedensel, zihinsel, işitme ve görme engelli, otizmli… Bu ağacın dalları çok ve her grubun ortak ihtiyaç paydaları olmasına rağmen öncelikli ihtiyaçları birbirinden çok farklı.
Bu yazıda ele alacağımız konu ise “Toplumsal Duyarlılık ve Otizm”…
Bizim otizm tanılı çocuklarımızın en büyük ve en öncelikli ihtiyacı, geleceğe açılan kapısı; “eğitim”… Ama nasıl bir eğitim? Bireyi otizm ile baş başa bırakmayacak şekilde yoğun bir eğitim… Bireyi otizmin soğukluğuna terk etmeyecek, hayat ile içli dışlı yaşam sıcaklığında bir eğitim… Ayrıştırma kokmayan, buram buram kaynaştırma/bütünleştirme kokan bir eğitim…
Yazarken bile “Gerçekleşse çocuklarımız için ne güzel olur” diye derin bir iç geçirdim. Çünkü önümüzde o kadar çok aşılması gereken unsur var ki! Hepimiz görüyoruz, şehir içinde bir minibüs yolculuğunda bile çocuklarımız araçlardan indirilmeye çalışılıyor. Eğitime toplu taşıma ile giden ailelerimiz insanların tanımsız ama rahatsız edici bakışlarına maruz kalıyor. Zar zor kendilerine bir eğitim kurumu bulan velilerimiz, ayrıştırıcı veli ya da eğitimci tutumlarıyla karşılaşıyor. Apartmanda yaşayan çocuklarımız komşularımızın “sessiz olsunlar” baskısı altında eziliyor. İstisnai örnekler de yok değil ama çoğunlukta olan durumlar bu şekilde cereyan ediyor.
Bir otizmli birey alışveriş ortamını evinin mutfağında öğrenebilir mi? Ya toplu taşıma kurallarını kendi şahsi araçlarında? Paylaşmayı akranıyla mı daha iyi öğrenir yoksa ebeveyni ile mi? Sınıfta dinlemeyi evin salonunda babaannesinden mi öğrenir yoksa sınıf arkadaşlarından mı? Bu liste ve örnekler o kadar çok uzatılabilir ki…
Toplumsal olarak bir nebze bakış açımız var ama yöntemimiz yanlış. Biz bir sorunun çözümünü “uzaklaştırmak” şeklinde ele alıyoruz. O çözüm olmazsa “görmezden” geliyoruz. O da mı olmadı bu sefer ebeveynlerini eleştiri bombardımanına tutuyoruz.
Yılda iki kez aralık ve nisan aylarında bu çocuklar ile bu yaşamı paylaşmıyorlar. Her ne kadar görmezden gelinseler de, 365 gün 6 saat toplumun içinde bir yerdeler. Vaatler hiçbir otizmli ya da özel gereksinimli bireyin hayatını kolaylaştırmıyor aksine ailelerimizin geleceğe yönelik umutlarını köreltip kaygılarını arttırıyor.
Toplumsal olarak bakış açımız değişmediği müddetçe uygulamalarımız da pek fazla bir fark olmayacaktır. Çünkü insanlar aynı şekilde bakacak, aynı şekilde görecek, aynı sözleri söyleyecek, aynı uygulamaları gerçekleştirecekler yıllar geçse de…
Özel eğitimin neresindeyiz sorusunun cevabı “Başındayız” dı benim için. Toplumsal duyarlılık ve bakış açısında da yolun başındayız. Aynı sorunları ve konuları yıllardır haykırıyoruz. Bulduğumuz her platformda sesimiz çıktığınca söylemeye devam ediyoruz.
Biz insanların bakış açısını değiştirip, toplumdaki yanılgıları düzeltmeye çalışıp çocuklarımız için her ebeveynin istediği o gelecek için çabalıyoruz. Ayrıştırarak, uzaklaştırarak, gözlerimizi kapatarak sadece erteleriz. Elinden tutarak, sınıfımızda bir sıra ayırarak, oyunumuzda yer vererek, anlamaya çalışarak ve gözlerinin içine bakarak geleceğe yürüyebiliriz.
Fark etmek için, destek olmak için, yardımcı olmak için, dışlamamak için illa başımıza gelmesi gerekmiyor. İlla bir yakınımızda olması da gerekmiyor. Bu duyarlılık insan olmanın temel kurallarından biridir.
Farkındalığın bol, umutların yemyeşil ve diri, çabaladıklarımızın gerçekleşmesi dileği ile…
“BİZ DE ONLAR GİBİ FARKLIYIZ”
RöportajlarTürk pop müziğinde 90’lı yılların en sevilen isimlerinden Aşkın Nur Yengi ile otizmi, müziğini ve anneliğini konuşmak üzere bir araya geldik.
Parin Yakupyan: Ben öncelikle size kısaca bizden bahsetmek istiyorum. Benim ikizlerim var, içlerinden birine otizm tanısı kondu. Hayatta ne zaman neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. 2 yaşında oğlum otizm tanısı aldıktan sonra da benim hayatım değişti. Ve bu işlerin içine girdim. 2014 yılında derneğimizi kurduk. Hem farkındalık oluşturmak hem ailelere doğru bilgiler vermek için yaklaşık iki yıldır dernek çatısı altında bir özel eğitim dergisi çıkarıyoruz. Siz de röportajımızı kabul ederek destek verdiniz teşekkür ederiz. Farkındalık açısından sizin bu desteğiniz bizim için çok önemli…
Aşkın Nur Yengi: Çok faydalı bir şey yapıyorsunuz. Aslında birkaç arkadaşımın bizden daha ileri zekâya sahip olduğunu düşündüğüm çocuğu ile sohbet etme ve onlarla yan yana olma şansım oldu. Ben onların bizden çok daha zeki olduklarını düşünüyorum. Ve bilim insanlarının net bir şekilde otizmin neden olduğuyla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını öğrendim. Anneler tabii çok araştırmacı ve meselenin ne olduğuna karşı derin bir araştırmaya giriyorlar Bildiğim kadarıyla otizmli çocuklar göz teması kurmuyorlar. Ve literatürde açıklama olarak gelişim bozukluğu olarak adlandırılıyor.
Parin Yakupyan: Epeyce biliyorsunuz aslında…
Aşkın Nur Yengi: İşte yakınlarının başına geldiği zaman hassasiyetin değişiyor. Hatta bunun bir filmi de vardı. Dustin Hoofman oynamıştı: Rain Man ve bu filmle acayip bir farkındalık yaratıldı.
Neslihan Arslan: O dönemde iyi ki öyle bir film çekilmiş. Çoğu insan oradan biliyor zaten.
Aşkın Nur Yengi: Halen insanların aklında o var biliyor musunuz…
Parin Yakupyan: Ben ilk teşhisi aldığımda “Nasıl yani Rain Man gibi mi?” demiştim.
Aşkın Nur Yengi: İlk üç senede belirtilerini gösteriyormuş. Göz teması kurmaması, oyuncaklarla oynamaması, adıyla seslenince bakmaması.
Parin Yakupyan: Otizmi biliyor musunuz diye sormamıza gerek kalmadı…
Aşkın Nur Yengi: Tabii ki sizin kadar derin ve köklü bir bilgim yok ama en azından hayatın içerisinde tanık olduğum, onların başına ne geldiğini bilmek adına okuyup, sorup öğrendiğim şeylerin içinde bunlarla karşılaştım.
Parin Yakupyan: Ben oğlum Garen’e size röportaja geleceğimi söyledim. Sizin için kafadan 3 Temmuz 1970 doğumlu dedi. Doğru mu?
Aşkın Nur Yengi: Evet. Onlar bir duyduğunu bir daha asla unutmuyor.
Parin Yakupyan: Gerçekten çok farklı bir zekâ. Arkadaşlarla onların zaman zaman yaptıkları şeyleri konuşuruz. Bu başka bir boyut. Bildiğiniz zekâ kavramıyla biz onların yaptığı şeyleri adlandıramıyoruz. Tabii ki her otizmli öyle değil. İçlerinde düşük zekâlı çocuklar da var.
Aşkın Nur Yengi: Bizim de kendimize göre farklılığımız var, onların da farklılıkları var. Mühim olan bunları toplumsal olarak öğrenip kabul edip beraber yaşamaya alışmak ve onları anlayabilmek. Bizim toplumsal olarak böyle bir sıkıntımız var. Engelli vatandaşlarımıza karşı da var. Dolayısıyla bunu tam aşmış değiliz.
Peki müziğe ve size dönersek konser programlarınız devam ediyor mu?
Aşkın Nur Yengi: Şöyle 2-3 sene öncesine kadar 1000-1500 kişilik küçük lokallere giremiyorduk. Şu ara ekonomik sistemden dolayı bütün sanatçılar bu tarafa yönlendi. Ama çok daha iyi oldu. Çünkü gerçek dinleyici sevgi ve özlemle bütün şarkıları ezbere bilerek katılıyor ve bu inanın çok daha haz verici.
Parin Yakupyan: O eski şarkıların tadı neden şimdi yok? Biz sizin şarkılarınızı bağıra bağıra söylerdik.
Aşkın Nur Yengi: Dünya da öyle değil ki. Şimdi bunu herkes söylüyor ama kendinize bir sorun ben kendime sorarsam, kendimi eleştirirsem bir kere düzgün beste gelmiyor. Niye gelmiyor? Çünkü artık dünya öyle bir yer değil, aşk ve sevgi de öyle değil. Çok mekanik bir döneme girdik. O mekanik duygu her şeye yansıyor. Ne yapıyoruz o zaman? Bildiğimiz, duyduğumuz ve özlediğimiz şeylere tutunuyoruz. Kişisel olarak ben bunu reddediyorum, ben geçmişi yaşamak istiyorum diyorsan benim gibi olursun, ben hala bankaya gidip fatura ödüyorum mesela… Bankaya gidiyorum çünkü o memur arkadaşın beni gördüğü zaman heyecanlanmasını seviyorum. Yoksa fatura otomatik ödeniyor zaten. Bu ilişki bir şeyleri devam ettiriyor. Sohbet büyüye büyüye bir zemin yaratıyor. Benim de geçmişe olan özlemimi, geçmişle bağlantımı kuvvetlendiriyor. O yüzden ben vazgeçmiyorum.
Benim de en sevdiğim şarkılar 90’lardaydı. Her sabah o şarkılarla uyanıyorum. Ama gün içinde bu zamana ait bir şarkıyı duyduğumda onu da severek dinliyorum. Yani ne geçmişten kopabiliyorum ne de bana verilmiş olan bu fırsatlardan kendimi alıkoyuyorum. Çünkü bir çocuğum var ve genç kız olacak, 12 yaşına geldi. Ondan da ayrı bir hayat kuramam. Teknolojiyi öğrenmek istememin ya da ilgilenmemin tek sebebi çocuğum. Çocuğumun peşinde koşarken ona erişebileceğim, onun ilgilendiği alanları biraz da olsa bilmem gerekiyor.
Sahnee olmak nasıl bir duygu?
Aşkın Nur Yengi: 100 bin kişiye de konser verdiğin oluyor, yeri geliyor 3 kişiye de özel bir şarkı söylüyorsun. O kadar özgüveninin yüksek olacağı bir meslek ki. Ama ben 35 sene sonra bile hala ilk 3-4 şarkıda bir heyecan, kalp çarpıntısı… Bu iyi tarif edilebilecek bir şey değil. Gördüğün ve hissettiğin şeylerle anlayabilirsin. Geçen akşam kuzenimin sünnet töreni vardı, oraya gittik. Tanımadığım 150-200 kişi vardı içeride. Bir de küçük bir sahnesi vardı. İşte mesela ben orada şarkı söyleyemem. O anda profesyonel bir duruma geçiyorum ve çekiniyorum. Tuhaf geliyor.
Parin Yakupyan: Ama sizin o çekinme haliniz sahnede farklı bir duygu aktarıyor seyirciye. Samimi geliyor.
Aşkın Nur Yengi: Çok insani, sahici ve sıcak bir şey. Dolayısıyla belki de bizim en kıymetli yanımız 90’lardan kalan işte o hep bildiğimiz, tanık olduğumuz duyguların ta buralara kadar bizimle devam etmesi. Belki bizden sonra gelen bir jenerasyon benim standardımı yakaladığında bunların hiçbir önemi olmayacak. Ama ben öyle yaşamadım. Ben oraya gelebilmek için kat ettiğim yolun, ilişkilerin, zamanın hepsinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Benim düşüncem hep şu oldu: Nasıl sadece şarkı söylenebilir? Çok şükür ki 35 yıldır sadece şarkı söylemek istedim ve yapmak istediğimi yaptım. “Şunu yap, bak daha iyi şöhret olursun” diyenlere “Hayır” dedim. “Bana zorla kattığınız şeyler, beni ben yapmaktan uzaklaştırıyor.” Benim canım istedi dans yarışmasına katıldım. Bu benim varlığımı insanlara ispat etmek için yapılmış bir şey olabilir mi? Mümkün değil. İlk çıkan birinin bunları yapması başka algılanabilir ama bizim için bunlar keyif. Biri çıkmış diyor ki “Siz niye katılıyorsunuz, kariyerinizi zedeliyorsunuz” Ne zedelemesi ya… Ben şarkı söylüyorum. Kariyer başka bir şey.
Mesela ben çok uzun yıllar, daha Nazlı daha doğmadan önce neredeyse her gece bir Arjantin tangosu gecesine katılırdım. Latin danslarının olduğu festivaller var. Hollanda, İngiltere, Berlin festivaller neredeyse oraya gider, 2-3 bin kişiyle aynı anda dans ederdim. Kimse bunu bilmiyor. Çok iyi tenis oynarım mesela. Bilen var mı? Yok. Ama ben bunu şov olarak kullanmam. Bu bana ait bir şey. Benim de başka alanlarda iyi yaptığım şeyler var ama ben bunları öne çıkarıp bunlarla beslenmeyi sevmiyorum.
Neslihan Arslan: Peki nasıl bir annesiniz?
Aşkın Nur Yengi: Bunu benim değil çocuğumun söylemesi lazım aslında. Ama zor elde etmenin getirdiği bazı evham meselelerini bebekken yaşadık. Kimseye elletmemek, öptürmemek gibi… Benim doktorum şöyle söylemişti: Çocuğun ne kadar sağlıklı olursa olsun hiçbir bebek öpülmez, hiçbir çocukla aynı kaşıktan yenmez. Şimdi bana öyle söyledi ya! Nazlı yeni doğduğunda babasını kucağına alacağı zaman eline ameliyat eldivenleri, kafasına bone taktırıyordum!
Parin Yakupyan: Prematüre dediniz, kaç aylık doğdu?
Aşkın Nur Yengi: 7 aylık doğdu ama kuvözde iki gün kaldı. Doğuma acil gitmiştim. Doğmadan önce ciğerleri gelişsin diye iki kortizonlu iğne yaptılar. O gün Papa 2. Jean Paul gelecekmiş, yollar kapanmış. Benim tuhaf bir sancım başladı. 35. Haftanın ilk günüydü. Plesenta Previa hastalığım vardı. Hamileliğimin 5 ayı evde yatmak zorunda kaldım. Bu hastalıkta en büyük sıkıntı musluğu aç su nasılsa kan da öyle boşalıyor ve anne ve bebek için hayati bir tehlike başlıyor. Bu başlayınca heyecandan taşikardim tuttu. Kanamalar, titremeler filan öyle tuhaf bir hastalık…
Neslihan Arslan: Çoğu insan bu rahatsızlıktan sizden dolayı haberdar oldu…
Aşkın Nur Yengi: Evet öyle, Plesenta Previa hastası çok yoktu. Belki de vardı da algıda seçicilik oluyor. Ben şimdi duyuyorum. Yani Nazlı zor doğduktan sonra o evhamlı halim bir süre devam etti. Sonra yavaş yavaş düzeldi. Yoğun bakım hemşireleri de bana ne yapmam gerektiğini gösterdiler. İlk defa anne olunca hiçbir şey bilmiyorsun. Yaka süsü gibi duruyordu omzumda. 2 kiloluk bir şeydi.
Parin Yakupyan: Kilosu 7 aya göre çok iyiymiş Aşkın Hanım…
Aşkın Nur Yengi: 2.250 kg doğdu. Hastaneden çıktığımızda 2 kiloya düşmüştü. Ben de hamileliğimde çok değil sadece 14 kilo aldım. Çünkü moralim çok bozuktu. Ve doktor bana “İçinde bir el bombası taşıyorsun” demişti. Ben hamileliğim boyunca doğru düzgün yemek yiyemedim. Tiksinme meselesi devreye girdi. Balık ve et yiyemiyordum. Sadece kaşık kaşık Nutella ve mecburen kuzu pirzola yedim. Çünkü doktorum protein için “Nasıl yersen ye ama bunu yiyeceksin!” dedi. Nazlı da şu anda sadece kuzu pirzola ve Nutella seviyor (gülüyor).
İkinci üçüncü çocuk yapmayı düşünmüyorum. Ben de İtalyan aileleri gibi kalabalık olmayı seviyorum ama böyle bir dünyaya ikinci bir çocuk getirmekten korkuyorum. Aynı güçle, aynı istekle, aynı heyecanla, haksızlık yapmadan yapabilir miyim diye düşünüyorum ama hiç o gücü kendimde bulamıyorum. Yani bencil bir düşünce mi bilemiyorum ama belli bir şeyden sonra annelerin de dinlenmeye ihtiyacı var.
Parin Yakupyan: Anneler iyi olsun ki çocuklarına da faydaları olsun. Yoksa bu aslında bencilce bir düşünce değil.
Aşkın Nur Yengi: “Nazlıcığım kardeş istiyor musun?” diyorum. “Yok abla istiyorum ben” diyor. “Tıbben mümkün değil, konu kapanmıştır” diyorum. Bunu söyledikten sonra geldi bana “Ben öğretmenime sordum. Kurumlardan abla alabiliyormuşuz” dedi. Ama evlat edinmek ya da koruyucu aile olmak büyük bir sorumluluk. Nazlı’ya gösterdiğim eforun aynısını ona da göstermem gerekiyor. “İyisi mi sen bu konuyu unut” dedim.
Siz kendinizi beslemek için ve son dönemdeki şarkıcılardan kimleri dinliyorsunuz?
Aşkın Nur Yengi: Mesleki olarak herkesin neler yaptığını takip ediyoruz. Ama ben ucunu kaçırdım, yakalayamıyorum artık. Patlamış mısır gibi gibi pıtır pıtır her gün biri çıkıyor. Ya tutarsa? Göle maya çalmak gibi bir şey. Ama tutar. Kızımın sınıfındaki çocuklar beni anne babalarından dolayı biliyor. Çok sevdiğimiz dinlediğimiz ünlülere “O kim?” diyorlar. İnanılır gibi değiller. Aslında buradaki en büyük sorumluluk anne babaların. Ben nasıl Zeki Müren’i anne babamdan öğrendiysem anne babalar da çocuklarına öğretmeli.
Ben 90’ların kıymetini anlatıyorum ama 80’ler de var. Yani benim çocukluğumun olduğu dönem. Ben gençken çocukken ne yapardım? Üç oda, bir salon bir ev. Kalabalık bir aileyiz tabii. Yanan bir soba üzerinde çaydanlık, maşa ve onun üzerinde de ekmek… Tel askılarda çamaşırlarımız asılı. Hava soğuk ve kalorifer diye bir şey çıkmamış. Hepimiz aynı odada ısınmak için yan yana gelip şarkılar, türküler söyler sohbet ederdik. Televizyonda asker selamı çıktıktan sonra da televizyon kapanır, yatmaya giderdik. Rahmetli babam portakal soyardı, kabuklarını da sobanın üstüne atardı. Sahnedeki hikâyemin adı da o yüzden portakal kokulu günler…
Kimi dinlediğime gelince herkesi dinliyorum aslında ama bireysel olarak Latin ve tango ağırlıklı dinliyorum. Kızımdan dolayı Dua Lipa filan dinliyorum. Bir de dünya müziğini takip ediyorum. Bu arada yeni bir albüm yapıyorum. Ama 2019 Nisan-Mayıs gibi çıkacak. Büyük bir sürpriz var ama şu an söyleyemeyeceğim. Öncesinde Mehmet Erdem ile bir düet ve Harun Koçak albümünde bir vokal çalışmam olacak.
ÖZEL EĞİTİM NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
YazılarParin Yakupyan
ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı
Otizmli Genç Annesi
[email protected]
Birçoğumuz kelime anlamıyla “özel eğitimi” kabaca biliyoruz. Sorduğunuzda özel eğitimi tarif edebilecek birkaç kelime almanız da mümkün. Diğer yandan ise özel eğitimi bilmeyenlerin sayısı da bir o kadar fazla. Hatta binlerce özel gereksinimli bireyin faydalandığı özel eğitimi, ailelere soracak olursak; özel eğitimin ne olduğunun, neye yaradığının, öneminin ne olduğunun cevabını bazen alamayabiliriz.
Dünyada 1700 yıllarda görme ve işitme engelli bireylerin eğitimi için açılan okullarla başlayan özel eğitim kavramı, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde 1800’lü yılların sonuna doğru coğrafyamıza girmiştir. Cumhuriyet döneminde ise 1965 yılında Ankara Üniversitesi’nde Özel Eğitim Bölümü kurulmuştur. Yani resme bütünüyle baktığımızda özel eğitim konusunun ülkemizde köklü bir geçmişi yoktur. Bahsettiğimiz husus; musiki veyahut doğa sesleri ile tedaviden ziyade eğitim ağırlıklı kısımdır. Özel eğitimdeki gelişim ve ilerleme son 10- 15 yılda yukarı doğru bir ivme kazanmıştır.
Özel eğitim, özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve yöntemleri ile onların engel, durum ve özelliklerine uygun ortamlarda sürdürülen eğitime verilen addır. Özel eğitim, özel gereksinimli bireyi topluma uyumlu ve kaynaşmış bir birey haline getirmeyi amaçlar. Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin kendi kendine yetebilmesini sağlamayı hedefler. Ayrıca, akranlarıyla aynı anda öğrenemeyen özel gereksinimli bireylerin öğrenme durumlarına göre eğitim programlarıyla eksikliklerini tamamlayabilmelerini sağlar.
Özel eğitim sığ bir gölden ziyade engin bir okyanus misalidir. Anlamında ve uygulanışında derinlikler ve kendine özgü haller barındırır.
NE KADAR ERKEN O KADAR İYİ
Özel gereksinimli bireyin durumunun erken fark edilmesi ve akabinde yoğun eğitim şarttır. Hayatın en önemli evresi olan, gelişimin ve geleceğin zeminini oluşturan çocukluk evresini bireyin dolu dolu, sistemli ve multidisipliner yaklaşımlarla geçirmesi gerekmektedir. Erken yaşta ne kadar yoğun ve yapılandırılmış eğitim alırsa özel gereksinimli birey, geleceği açısından o kadar sağlam temeller kurmuş olacaktır. Bireyin akranı ile olan gelişim farkı, yaşı ilerledikçe açılacağı için ekstra bireye uygun eğitimlerle bu farkın kapanması sağlanacaktır.
Uzman ve yetişmiş personel özel eğitimin olmazsa olmazıdır. Normal gelişime sahip bireye eğitim verecek eğitimci nasıl ki amaca uygun eğitim alıp yetiştiriliyorsa, özel gereksinimli bireye katkı sunacak personelin de alana uygun eğitim alıp yetiştirilmesi şarttır.
AİLE ÖZEL EĞİTİMİN CAN DAMARI
Normal ya da özel gereksinimli birey fark etmeksizin eğitimin temeli her şekilde ailede başlar. Özel gereksinimli bireyin ailesi, özel eğitimin can damarıdır. Aile özel eğitimin önemini ne kadar erken kavrarsa, çocuğunu ne kadar iyi tanırsa, çocuğuna yaklaşacağı yöntemleri ne kadar iyi bilirse, çocuğunun hayatına o kadar olumlu yönde dokunacaktır. Özel gereksinimli birey bir deneme yanılma tahtası değildir. Özel eğitimde “Ne olacak ki” deme lüksü yoktur. Bazen olumsuz bir davranışın izlerini silmek bireyin yıllarına mal olabilmektedir.
Özel gereksinimli bireyin eğitimi yani özel eğitim bir bütündür. Bireyin hayatına dokunan, eğitimine katkı sağlayan unsurlar etkileşim halinde olmalıdır. Birbirlerinden ayrı hareket ederlerse, farklı yaklaşım içerisine girerlerse bireyin hayatına sağlayacakları katkı oranı azalır, süreç uzamaya müsait hale gelir. Özel gereksinimli bireyler için zaman çok önemli bir kavramdır ve boşa geçirebilecekleri, eğitimsiz geçecek bir vakitleri olmamalıdır ve yoktur. Özel eğitimde, ne feda edilecek birey ne de boşa akacak bir vakit söz konusu değildir.
Özel eğitime baktığınızda aslında hayatın kendisini görürsünüz. Emeklemeden tutun da, alışveriş becerilerine, yeme-içme alışkanlıklarından kişisel bakım becerilerine kadar geniş bir yelpazedir. Bireyin doğal yoldan ya da akranlarıyla kazanamadığı becerilerin, yapılandırılmış bir şekilde aktarılmasıdır. Özel eğitim tam olarak karşılamasa da ailelerin “Benden sonra çocuğuma ne olacak?” sorusunun cevabıdır. Toplumsal kuralların öğretimi, bireyin özbakım becerilerinin gerçekleştirmesi, kendi kendine yetebilmesini sağlamaktır.
Özel eğitim, toplumun bireylerine verdiği önemdir.
Özel eğitim, hiçbir bireyin feda edilemeyeceğinin göstergesidir.
Özel eğitim, ailenin yarına dair olan inancını kuvvetlendiren eylemler topluluğudur.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin ilk adımlarını, ilk kanat çırpışlarını öğretmedir.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin akranlarına yetişmesine olanak sağlayan araçtır.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin yarınıdır.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin toplumla ahengini sağlar.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayan güçtür.
Kısacası özel eğitim, özel gereksinimli birey için hayatın kendisidir.
Özel eğitim bu nedenlerle çok önemlidir ve özel gereksinimli birey ailesi için vazgeçilmez bir hak’tır.
“ZAMANLA KENDİMİ FRENLEMEYİ ÖĞRENDİM”
RöportajlarAsperger Sendromlu Aslı Över, 31 yaşında ve kurumsal bir şirketin insan kaynakları bölümünde çalışıyor. Ailesinin desteğiyle bağımsız yaşayabilecek hale gelen Aslı Över ile Yönetim Kurulu Başkanımız Parin Yakupyan konuştu.
Kendini bize tanıtır mısın?
31 yaşındayım. Özel bir şirkette insan kaynaklarında çalışıyorum. İnsan Kaynakları 3. ekibindeyim. Şu anda kendimi geliştirmeye odaklı çalışıyorum. Bir kurum içi girişimcilik programına başvurdum. Onun sonuçlanmasını bekliyorum. Ana tutkum kitap okumakla birlikte ikinci tutkum teknoloji. Bilgisayar, photoshop ve grafik tasarımla ilgileniyorum.
Herhangi bir psikolojik destek alıyor musun?
Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Kuşçu ve Dr. Özlem Çakıcı’dan destek alıyorum. Bana “Aslı bugün nasılsın?” “Hayatın nasıl geçiyor?” gibi sorular soruyorlar. Ben de kendimi anlatıyorum. Konuşunca rahatlıyorum.
İlaç kullanıyor musun? Kullanıyorsan hiç bırakmayı düşündün mü?
Düşündüm hatta bıraktım ama bırakınca daha kötü hissettim.
Peki bize biraz anlatır mısın? Geçmişte neler yaşadın, şimdi neler yapıyorsun?
İnsanların tutumu olumlu ama mesela çevrede sıkıntılar yaşayabiliyorum. Mesela… Bu kelimeyi de son zamanlarda çok kullanıyorum (gülüyor) Olsun hepimizin sıkça kullandığı kelimeler var… Mesela diyelim ki bana karşı kaba davranıldı. Karşılığını veriyorum.
Anladım. Ne zamandan beri otizmli olduğunu biliyorsun?
Aslında düşününce annem çok aksettirmedi bana. Ama sonra ben bir şekilde anladım herhalde. Sosyal iletişimde zorluk yaşıyordum mesela. Orada bir şekilde yüzüme karşı ima edilmiş de olabilir. Tam emin değilim.
Öğrendikten sonra bazı şeyler daha mı kolay oldu, daha mı zor oldu?
Farkına varınca kabullenmem kolaylaştı. Annem farklı olduğumu söylüyordu.
Peki eğitim hayatın nasıl geçti? Okulu desteksiz mi bitirdin? Gölge öğretmenin oldu mu hiç?
Tek başıma okula gittim geldim.O zaman kurallara uyan birisin… Dışarıdan çok belli olmuyor ama evet kuralcı biriyimdir.
Kendini ifade edemediğin zaman öfke patlamaları yaşıyor musun?
Evet geçmişte pek çok kez yaşadım.
Israrcılığın, tutturmaların oluyor mu?
Vardı. Mesela kuzenimin düğününde, kuzenimin eşinin bir arkadaşına bir şey için tutturdum. Sonra ısrar ettiğimin farkına vardım ve “Ben niye bunu yapıyorum, tutturuyorum” diye düşündüm. Bir de annem dışındaki birine… Anneme tutturuyorum ama her istediğimi yapmıyor. Ben de yapmayınca sinirleniyorum.
Annen İstanbul’da mı?
Değil şu anda ablamın kızına bakıyor Almanya’da. Sosyal medyada Temmuz başı gibi dönecek. Şimdi sağolsun babam var.
“Otizmi Anlamanın Bambaşka Bir Yolu” kitabı için “Engelimle barışmama sağladı” demiştin. Peki kitaptan otizme dair neler öğrendin?
Zaten kendimle barışığım. Sosyal iletişimde bozukluk yaşadığım doğru. İstenmeyen durumlar yaşadım.
Yalan söyleyebiliyor musun?
Olmuştur muhakkak. Ama karşıdaki anlamıştır bence.
Mecazdan anlayabiliyor musun? Onlarda sıkıntın var mı?
Yok.
İnsanların jest ve mimiklerinden ne demek istediğini,ne hissettiğini anlayabiliyor musun?
Diyelim ki biz iki kişi konuşuyoruz. Yanımıza da biri geldi. Ne bekliyor olabilir? Diyelim ki o kişinin yerinde ben varım. Önce bir duruyorum. Sonra o kişi bana dönüyor, “Efendim” ya da “Bir şey mi konuşacaktın?” diye sorduğu zaman ben atağa geçiyorum. Söylemiyorsa bekliyorum. Girip söylemiyorum.
Şu an 30 yaşındasın. Yaş dönemi olarak otizmle yaşamak ne zaman daha zordu? Büyükçe bazı şeyler kolaylaştı mı?
Ergenlikte öfke nöbetleri oluyordu iyi hatırlıyorum. Büyüdükçe daha da azaldı.
Takıntınların var mı?
Kitap alma takıntım var. Çok alıyorum. Nasıl engel olacağımı bilmiyorum. Annem ve babam “Kızım yeter” diyor. Ama bütün aldığım kitapların çoğunu okuyabiliyorum. Müzik dinlemeyi de çok seviyorum. İyi bir arşivim vardır. Klasikten tutun da rock müziğe kadar ne ararsanız var. Arabesk de dinlerim ama çok ağır olanları dinleyemem. Bir diğer takıntım da parmak çıtlatmak. Kendimi durduramıyorum. Bir diğer huyum da düzen takıntısı. Odamdaki eşyalar neredeyse orada duracak. Yeri değişmeyecek. Annem karıştırınca öfkeleniyorum. Sonra “O nereden bilsin?” diye düşünüyorum.
Seslerden rahatsız oluyor musun?
Çok gürültülüyse evet. O zaman kulaklığı takıyorum. Çalıştığım ofis, açık ofis. Arkamda erkeklerden oluşan bir ekip var. Bir de biz İK’cılar eklenince sesler yükseliyor. Ben de kulaklığımı takıyorum. Çünkü bağıramam ki!
Ne olur bağırırsan?
Herhalde yaka paça dışarı atılırım!
Seni tepkilerini kontrol edebildiğin için tebrik ederim… Sorun yaşadığında “Ben otizmliyim” diyor musun?
Geçen hafta otobüste bir kadınla tanıştım. Nasıl belli ettim bilmiyorum. Beni gözlemleyerek herhalde Aspergerli olduğumu anladı. “Temkinli olmanda fayda var. Herkese söyleme” dedi. Bir sorun yaşadığımda, söyleyip söylemediğimi çok hatırlamıyorum ama bazen “Anlamakta güçlük çekiyorum” dediğimde insanlar anlıyorlar.
Sen sosyal ilişkilerde de iyisin. Göz kontağı kuruyorsun. Sorduğum bütün sorulara cevap veriyorsun…
Göz kontağı kuramadığım zamanları hatırlıyorum. İnsanlar “Neden bana bakmıyorsun?” derlerdi.
Annen giyinme konusunda seni yönlendirir mi? Giymek istemediğin şeyler oluyor mu?
Evet. Eğer o günkü havam kötüyse giyim konusunda yönlendirir. Bir ara tayt giymemekte çok ısrarcıydım. Şimdi giyiyorum.
Rutin takıntın var mı? Hep aynı şeyleri yapmak istemek gibi…
Rutin takıntım bir yere gidilecekse uyarım ama gittiğim mekanları çok değiştirmem. Kadıköy Kitapçısı, Ediz Kitabevi gibi aynı yerlere giderim. Ama farklı yerlere gidilecekse rahatsız olmam.
Diyelim ki yanına yaklaşan birinin ter koktuğunu fark ettin. Bunu ona söyler misin, yoksa kendini frenleyebilir misin?
Frenleyebilirim. Patavatsız durumlarım olmuştur muhakkak. O an ya gülmüşlerdir ya da “Aslı saçmalama!” demişlerdir. Ben de kendimi frenlemeyi öğrenmişimdir. Herakleitos’un dediği gibi; “Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir”. Değişiyoruz.
Bu söyleşiyi çocuğu otizmli olan anneler de okuyacak, bilmeyenler de okuyacak. Otizmli çocuğu olan annelere vermek istediğin bir mesaj var mı?
Pes etmemeleri ve çaba harcamaları… Bir de “yaşasın otizm!” Nörotipik farkındalıktan ziyade bu insanların da olduğunu bilmek önemli. O anlamda yaşasın otizm! Sadece tek tip insanları değil farklılıkları da kabul etmek gerekiyor… Faşizmi dayatmak değil, daima farkındalığın olduğu alanlarda yaşamak önemli.
Karşıdaki insanın duygusu senin için önemli midir? Ayıp olmasın diye yaptığın şeyler var mı?
Eğer karşımdaki kişiyi kıracak bir şeyse evet. Mesela o gün kendini güzel zannediyor ama bana güzel gözükmüyordur. Yine de söylemem. Ama anneme söylerim.
Arkadaşların var mı?
Olmaz mı? Var. İnsanlarla ilişkilerim iyidir. Kız ya da erkek fark etmiyor. Onlarla buluşup yemek yiyoruz, kahve içiyoruz, sohbet ediyoruz. “Annen baban seni çok iyi yetiştirmiş, dışarıdan belli olmuyor” diyorlar. Aşık olmanın güzel bir duygu olduğuna inanıyorum. Aşık oldum ve bunu karşı tarafa söyledim. Ama bu sefer karşıdaki kişi sakıncalı bir durum dediği için kendimi çektim. Üzülmedim. Çünkü o bir şey hissetmiyorsa yapacak bir şey yok.
Annene ne mutlu ki annensiz de hayatını sürdürebilecek durumdasın.
Evet. Şu anda ayrı eve çıkar mıyım? Param yeterli olmadığı için çıkamam ama bir süre sonra belki. Hatta benim hayalim, aile kurmak. Çocukluğumdan beri bir aile kurma hayali yaşıyorum.
Harikasın! Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim…